Ben, kimseyle arkadaşlık kuramadığım ya da kimse benimle arkadaşlık kurmak istemediği için en ön sırada ama tek başıma otururdum orta 1. sınıfa giderken. Sömestr sonrasında polis babasının tayiniyle sınıfa gelen Mustafa'yı, öğretmen benim yanıma oturttu. Onunla arkadaş mıydık, değildik. Birbirimizle neredeyse hiçbir şey paylaşmıyorduk ama onu izliyordum. Teneffüslerde ne yaptığını, kimleri izlediğini izliyordum. Onu göremediğim zamanlarda, onun da, beni göremediğim bir yerden izlediğini düşünürdüm. Mustafa sınıfa geldikten bir ay sonra falan, üst sınıflardan erkek arkadaşları oldu. Üç kişiydiler. Mustafa'ya göre tipler değillerdi bu çocuklar. Daha büyük ve daha serseri tiplerdi. Mustafa'yı da pek sevdikleri söylenemezdi. Bunu nereden biliyorum çünkü sevgisizliği tanırım. Yine de Mustafa sevilmemesine rağmen, belki okuldaki yalnızlıktan, belki de evindeki yalnızlıktan kaçmak için, bu kendinden iki sınıf büyük arkadaş grubuna sığınmıştı. Onun sığıntı yüzünü unutmuyorum. Ama bunlar bir anı değil. Benim anım değil. Onun sığıntı halleri benim anım değil. Benim anım, bir gün okul dönüşü eve dönerken, Mustafa'yı mahalle parkındaki büyük ağacın altında, ağacın tepesindeki o sığınmaya çalıştığı arkadaşlarına bir şeyler anlatmaya çalışırken gördüğüm an başlıyor. Bir yandan bir şeyler anlatıyor, bir yandan da elindeki mendille gömleğini temizlemeye çalışıyordu. Ben evime doğru yürüdükçe aynı zamanda bu anıya da yaklaşıyordum. Anının birkaç metre yanından geçerken bu anıyı gördüm (görmez olaydım), duydum (duymaz olaydım), hepsi birlikte yani ağacın tepesindeki büyük çocuklar ve ağacın altındaki Mustafa, hepsi birlikte gülüyordu. Ağacın tepesindekiler başka bir şeye gülüyordu, ağacın altındaki başka bir şeye gülüyordu. Ağacın tepesindekiler gırtlaklarını temizleyerek iri balgamlarını Mustafa'nın gömleği üzerine denk getirebildikleri için gülüyorlardı. Mustafa'ysa asla neden güldüğünü anlayamadığım…