ADA PANCAR

ÖZNELERARASI ŞİİRE GİRİŞ 2*

-Olasılıklar Dahilindeki Kurgular-

Berlin, 2018 - 2021

İçindekiler

A.   Olasılıklar Dahilindeki Kurgular
1.    Giriş
2.    Söz ve gerçeklik dereceleri
3.    Bağlam kolajı
4.    Gerçek Olmayan Olay ve Beden İmajı
B.    Ben ve Özneler
C.    Öznelerarası şiirin indirgenmiş yapısı
D.   Şair Kimliğinin Reddi
E.    Sıfır Noktası ve "'şimdi ve burada'lık şiiri"
F.    Öznelerarası şiir ve yetenek



A. Olasılıklar Dâhilindeki Kurgular

1. Giriş

Öznelerarası şiirin bir çeşidi, şiiri olasılıkların dışına çıkarmaksızın, onu sadece az bir kurgusallıkta tutması özelliğine sahip olması ile tanımlanır. Kurgu 'gerçek olmayan' olarak tanımlanabilir. Edebiyatta ise kurgu –özellikle şiirde– sadece gerçek olmayan olay değil, aynı zamanda gerçek olmayan sözdür. Ancak gerçek olmayan söz uyarıcılığını yitirmiştir. Bu nedenle gerçek olmayan olayların yani kurgusallığın yaratımı için yapı taşı olarak gerçek olan sözün ve bu sözün gönderme yaptığı gerçek olma ihtimali yüksek olan olayların kullanılması gerekmektedir.
Söz ile kastettiğim tek nefeste söylenen cümle, kelime veya ifadedir. Tek nefes, odağımızın yettiği kadar kendimizi kesmeden ifade ettiğimiz süreci anlatır. 'Bu bağlamda söz' kelime değil, cümle bazlıdır.

2. Söz ve gerçeklik dereceleri

Söylenmiş tüm sözleri kâğıtlara yazıp söylenme sıklığına göre sıraladığımızda elde ettiğimiz grafiğe sözün gerçeklik skalası ismini verdim. Zira bir söz ne kadar sık söylenmişse iletişim yükü ve çağrısı o kadar kuvvetlidir. Muhtemelen dünya tarihinde milyarlarca kez söylenmiş olan "İmdat!" veya "Şuna bak!" sözü "bakışsız bir kedi kara" sözünden ilkel bağlamda daha uyarıcıdır. Daha az ilginçtir belki ya da daha az düşündürücüdür. Az düşündürücü olmasının sebebi tam da hemen anlaşılır olmasında yatar. İleri derecede araçlaşmış başka bir deyişle tamamen işlevsel bir söz olduğu için anlam, bu sözün üstünden kayıp dış dünyaya, uygulamaya anında geçer. "Bakışsız bir kedi kara" sözünde ise anlam takılır, dış dünyaya gönderme yapamaz. Dolayısı ile daha az gerçektir, hatta anlaşılmaza yaklaşır.

 


Gerçek olan söz günlük hayatta sık kullandığımız sözlerdir. Gerçek olmayan söz ise, herhangi bir bağlamda hayatta bir ağızdan çıkma ihtimali düşük olan sözdür. Örneğin "Şunu uzatabilir misin?" sözü, çokça duyduğumuz bir sözdür. Ancak "kalıplarım soğudu, artık hayatımı boktan bir işe verebilirim" sözünü duymamız pek olası değildir. Böylece söz, onu günlük hayatta duyma olasılığından uzaklaştıkça kurgu olur. Bu kurgu daha sonra İkinci Yeni akımında olduğu gibi anlaşılmazlığa doğru seyreder ve sadece gerçekte olabilecek bir olaydan değil kurgulanabilecek, 'gerçek olmayan' olaydan bile uzaklaşır. Sözde 'anlaşılmazlık mevkii', sadece duyma olasılığımızın düşük olduğu bir söz değil, -kurgusal veya değil- başka bir evrende de duyma olasılığımızın düşük olduğu sözün ulaştığı mevkiidir. Başka bir deyişle 'anlaşılmaz söz'ün içinde duyulacağı bir evren kurgulamak bile oldukça zordur. Dolayısıyla söz giderek daha az kendi dışındaki evrene gönderme yapar ve giderek daha çok kendine üstüne kapanır. Örneğin "kerpiç hububat meşalesi semptomatik tedavi gerekircilikler oyalandı" dizesinin herhangi bir evrende kullanılma ihtimali sıfıra yakındır. Bu örnek şiirsel olarak başarısız olsa da bu 'anlaşılmazlık' ustaca ve öznenin söyleyişine oturan bir şekilde kullanıldığı durumlarda etkileyici ve olumlu bir hal alır ve söze bir tanrısallık katar. Zira kimsenin hiçbir evrende söylemesi mümkün olmayan söz ancak Tanrı tarafından söylenebilir. Bu tanrısal, anlaşılmaz sesin İkinci Yeni'deki en belirgin ve kuvvetli örneği için Turgut Uyar'ın Tütünler Islak kitabındaki şiirler incelenebilir.
Öznelerarası şiir yukarıdaki bağlamda gerçek olan söz öbeklerini şiirinin yapı taşı olarak almayı hedefler. (Bu söz öbeklerinden her biri birer dize olabilir.) Bu hedefine her zaman sıkı sıkıya bağlı kalmasa da hedefi unutmaz. Yani bir dinleyicinin bunları dinlediğini varsayar. Tamamen bilinmez bir boşluğa konuşmaz.

3. Bağlam kolajı

Anlamların bağlamların onları köşeye sıkıştırması ile oluştuğunu varsayarsak bağlamı anlatırken anlama ihtiyacımız kalmaz.
Bağlam, söz ve 'beden imajı'nın birleştiği yerde, yani 'sözü söyleyen olarak ben'in içinde fiziksel olarak bulunduğundan farklı bir bedene sahip olduğunu anlamasıyla başlar ve başka bedenlere, bahçelere ve başka sözlere açılarak en sonunda ya bir evrene varır ya da bir bağlamın 'sınır çizgisi'nde tükenir. Günlük hayatta çoğunlukla olan da onun bu sınır çizgisinde tükenmesidir. Bu bağlamın çeşitli 'sinir uçları' denebilecek süreçlerin tükenişi noktasında dışarıya, 'sinir uçlarının ışıklarının devam etmek istediği ancak uzay karanlığının yoğunlaşması sebebi ile devam edemediği dışarıya' bir inanç oluşur. Bu şekilde beden imajının varsayımı da oluşur; bağlamın dışındaki alanda olunduğu veya orada birinin olduğu varsayımı.

 


Beden imajının varsayımı, mekân ve diğer duyumsamaları oluşturur. Yani bir çeşit hayali paralel evrende kendimizin çok silik bir gölgesini (ya da kendimizi silik bir gölge olarak) var olup yok olurken görürüz. Bu silik gölge biz miyiz sorusu bir yana savurur bizi, bu silik gölgeyi sadece hayal mi ediyoruz sorusu diğer yana. Beden ile beden imajı arasında bir gelgit oluşur. Bu çalkantıda rüyamsı bir bağlam belirir.
Öznelerarası şiir, bu bağlamları okuyucunun hayal gücünde mümkün olduğu kadar gerçekçi canlandırmaya çalıştığı için gerçek olmayan sözden sakınır. Çünkü onun amacı gerçek olmayan bir olay-sekansı yaratmaktır. (Ancak bu sadece gerçek de olabilecek olayların bir kolajı ile yapılabilir. Gerçek olabilecek olaylara gönderme yapan gerçekten söylenebilecek sözler öyle bir şekilde bir araya getirilir ki ortaya gerçek olabilecek olay kesitlerinin birbirinden kopukluğundan oluşan bağlantısı kesik, devamsız sekanslar ortaya çıkar.) Öznelerarası şiir bağlamlardan bir kolaj yapar. Bu kolaj okundukça titrer ve birkaç dakika ya da saniye (şiirin okunduğu süre boyunca) rüyamsı bir film sahnesi gibi oynar. Bağlamların birbirinin içine geçerek oluşturduğu rüyamsı ve zamanda kıpraşarak akan bir tablo gibi. Bazen bağlamların birbirinden çok kopuk olması, onlar arasında alışılmadık şiirsel ilişkiler oluşturarak, öznelerarası karakterde bir şiirin gücünü arttırabilir. (Örnekler için 2. Bölüm kitabımdaki "2. Bölüm" bölümüne bakınız.) Öznelerarası karakterde olduğu varsayılabilecek bir şiirden yapılan şöyle bir alıntıyla örneklendirilebilir bu düşünce.

  1. Dize: "Ne oldu, aynı yere mi geldik?" (Kaybolma bağlamı; ama nerede kaybolunduğu belli değil.)
  2. Dize: "Çok sıkıldım artık tam ne istediğimi bilmiyorum" (Sıkılma bağlamı; ancak nedeni tam belli değil. Kaybolmaktan sıkılmak mümkün mü?)

Burada gerçek olabilecek iki sözden oluşan bağlamın birbirine geçerek gerçek olmayan bir olay oluşturmasını gözlemleyebiliriz. Gerçek olmayan olay, gerçek olabilecek olayların içinde söylenebilecek cümleler ile oluşturulur. Yani bu olay –iki veya bir kişinin ormanda kaybolması ve kendi kendilerine konuşmaları diyelim– içindeki karakterlerin, benin gidip geldiği, bir olduğu karakterlerin, diyalog ve/veya monologlarının kâğıda geçmesi ile belirsiz, titrek, yepyeni bir şiirsel bağlam sayesinde yaratılır. Kimin hangi sözü söylediğinin belirsizliği sebebiyle de herhangi bir senaryo bağlamında (örneğin bir sinema filminin senaryosu) bir diyalog olmaktan çoğunlukla uzaktır. Bütünlüklü bir kişinin sesi –eğer hâlâ oradaysa, şair kimliğinin ilkel bir kalıntısı olarak– hafifçe bağlamların birleşme noktalarından uğuldar.
Sonraki dizede bağlamları biraz yakınlaştırıp biraz da absürtleştirilerek şöyle devam edilebilir:

  1. Dize: "Burası sidik kokuyor. Daha ne istiyorsun?"

Ve bir bağlam kolajı oluşturulur. (Bağlam kolajını tecrübe etmek için üç dizeyi açıklamalar olmadan okuyunuz.)

4. Gerçek Olmayan Olay ve Beden İmajı

Gerçek olmayan olay denince kuvvetle muhtemel aklımıza doğaüstü olaylar gelir. Özellikle düzyazıda, bilimkurgu ve fantastik eserlerde, oldukça yaygın olarak kullanılan 'doğaüstü olaylar kurgulama', 'gerçek olmayan olay'ın bir türüdür. Ancak bu tür bir gerçek dışılık benim bu başlıkta yontup ortaya çıkarmak istediğim bir gerçek dışılık değildir. Bunun sebebi ise beden imajı kavramında yatmaktadır. Bu tür bir fantastik/bilim kurgu gerçek dışılığında beden imajını yaratmak pek de mümkün değildir. Zira beden imajı kendimizi içinde bulma olasılığımız olan olaylar için üretilebilir. Örneğin yatma vaktim geldiği için dişimi fırçalamam gerekir; beni bunu yapmaya iten bir canlandırma vardır. Bu, olayın beden imajı tarafından canlandırılmasıdır. Yapma olasılığım çok yüksek bir eylem olduğundan bedenimi, eyleyeceğim bu gelecekteki bedenin yerine koymam bu beden imajı sayesinde gerçekleşir. Kendimi oturduğum yerden kalkıp tuvalete giderken hayal etmem, kendimi Örümcek Adam olarak –New York gökdelenlerinin arasından sıçrarken- hayal etmemle bir değildir. Bilim kurgu ve fantastik türündeki gerçek dışılıkta –bu tür durumlarda olmam imkânsız olduğundan– beden imajının olayın kahramanı ile duygusal özdeşlik kurması daha az mümkündür. Bu başlıkta ele almak istediğim 'gerçek olmayan olay' ise gerçekleşme ihtimali olan –dolayısıyla beden imajının güçlü duygusal özdeşlik kurabildiği– başka bir deyişle gerçek olabilecek ya da gerçek olma ihtimali yüksek olaylardır. İçinde kendimizi hayal edebildiğimiz, bununla kalmayıp algısal ve duygusal bütünlüğümüzü koruyarak girdiğimiz olaylardır; buna rağmen hayali, olmamış ve belki de olmayacaklardır. Yani 'dişimi fırçalamalıyım' söz öbeği, henüz –bu akşam veya bugün– gerçekleşmemiş olsa bile, 'gerçek olmayan olay' olarak çok yüksek bir 'canlandırılabilirlik derecesi'ne sahiptir. İşte öznelerarası şiirde 'gerçek olmayan olay' veya 'gerçek olma ihtimali yüksek olan olay' ile kastettiğim bu tür 'canlandırılma derecesi yüksek' ancak gerçekleşmemiş, kurgusal olaylardır. Yani bir diş fırçalama sahnesinde şair olarak konuşurken, dişini fırçalayan kişi şair değil, bir başkası olmalıdır. Şair daha önce yaptığı diş fırçalama olaylarını da tam olarak şiirde aynıyla betimlememelidir. Ancak 'diş fırçalama', bir günlük olay olarak şairin de dâhil olduğu toplumun tecrübe ettiği bir olay olduğundan yapı taşı olarak kullanıldığında iletişim sağlama kapasitesi yüksektir. "Bağlam kolajı" bölümünde bahsettiğim titreyerek oluşan sekansların yapı taşları bu türden, yani, 'gerçekleşme ihtimali yüksek olmasına rağmen gerçek olmayan olay'lardır. Hayali bir 'diş fırçalama'nın ardından hayali bir tuvalette sifon çekilmesine rağmen bok kaldı mı diye kontrol etme ve hayali bir tuvalete eğilerek bakış ve bu sırada köpüklü diş macununun tuvalet suyuna damlaması örneğin. Bunların hepsi ardı ardına da kullanılabilir ama öznelerarası şiir açısından daha makbulü bu olayların aralarına başka olaylar ve dolayısı ile başka beden-özneler serpiştirerek olayın devamlılığını kırmak ve bir bağlam kolajı oluşturmaktır.

  1. Öznelerarası şiir ya bir bedene konuşur ya da bir beden hakkında konuşur. Bu da onun gerçek olmayan söze yaklaşmasını engeller. Onu baskılayan kuvvet bedendir. Dolayısıyla birbirine karşı ve birbiri ile çalışan iki bedenin atışması şeklinde işler. Bu da iki kişinin sevişmesine benzetilebilir.
  2. Bedenden çıkmaz bu söz

B. Ben ve Özneler

Tarihin bu noktasında 'ben' kavramı şehirli, kültür taşıyıcısı insan için, "kişinin kendi hakkında edindiği gerçekçi bir kendi-imajı", bağlamında yok olmaya yüz tutmuştur. Bunun sebeplerinin detaylı tasviri bu yazının kapsamına girmemektedir; ancak bu sebeplerin başını şunlar çeker:
1) Bir gözlemci olarak Tanrı fikrinin yok olması (Tanrının ölümü) ve dolayısıyla bizi bütünlüklü bir "ben" kurmaya iten gözlemcinin gereksizleşerek solması.
2) Birinciyle bağlantılı olarak Antik Yunan felsefesinden itibaren farklı formlarda karşımıza çıkan "kendini sorgulama, reddetme ve yeniden kurma oyunu"nun geri dönülemez ve yıkıcı bir dinamiğe dönüşmesi.
3) Medya ve internet uyaranlarının, inşa edilebilme potansiyeline sahip bir "ben" ile durmaksızın aramıza girerek bu inşayı engellemesi, bizi sürekli uyuşturucu etkisi altında, "high" tutması. (Kimileri Tanrılarını, ideolojilerini, kimliklerini sorgulamamış, Nietzsche'nin deyişiyle putları hala kırmamış olabilir. Bunların kesik kesik de olsa gidip gelen 'ben'leri vardır. İşin aslı şu anda bu kimseler büyük ihtimalle çoğunluğu oluşturmaktadır.)
Kişinin kendi hakkında gerçekçi ve nihai bir imaj oluşturması giderek zorlaşsa da insanlar henüz tamamen delirmemiştir. Bu delirmemişliği sağlayan ve Öznelerarası Şiir'i anlamakta bize yardımcı olacak sistem, üçlü bir yapı halinde incelenebilir;

  • Edilgen ve Belgelenebilir Ben

Edilgen ve belgelenebilir ben, var olduğumuzdan beri sürekli peşimizden gelip yaptıklarımızın görsel ve işitsel çıktılarını duyu organları veya somut depolama yöntemleri ile kayda alabilen biri tarafından teknik olarak belgelenmesi mümkün olan, ardımızda bıraktığımız her izin, dönüştürdüğümüz ve bedenimizden gelip geçmiş tüm enerjilerin toplamıdır. Doğum belgesi, göbek bağı, dışkı, çektiğimiz ve çekildiğimiz fotoğraflar, yazdıklarımız ve hakkımızda yazılanlar, ağzımızdan çıkan ve bize söylenen sözler ve öldükten sonra en nihayetinde bedenimiz. Bu benin edilgen olmasının sebebi, insanın ürettiği şeylerin tümünü aralarında bağ kurmaksızın, olduğu gibi almasıdır. Beyindeki düşünce süreçleri bu ben türüne dâhil değildir çünkü beyin ve zihin arasındaki ilişki tam olarak çözümlenememiştir. Öznel bir yaratıcı üretim merkezi olan hafıza, keza; çünkü belgelenemez. Bu ben türüne dâhil olmayan olguların başında şunlar gelir: düşünceler, öznel tecrübeler, rüyalar ve hafıza ağlarındaki işlemlerin (tam olarak nesnelleştirilemeyen) dökümü. (Kimse duymasa bile kendi kendine dilimizi ve ses tellerimizi kullanarak fısıldadıklarımız ise bu bene dâhildir çünkü bir kayıt cihazı ile kaydedilebilir.) Ancak bu "ben"e bilinçli olarak etki edemeyiz. Yorumlanmamış, sadece belgelenmiş,  nesnel bir "ben"dir bu. Benlik algısı oluşturmaz. Varlığımızı dolaylı –belgeler ve kanıtlar üzerinden– algılamamıza yarar ancak.

  • Kimlikler ve Ben

Kimlikler, benin kendini üretim sürecine yön veren kolektif bilinçlerdir. Günümüz entelektüelinden, eğer hakkını vererek kendi benliği üzerinde dürüstçe çalışmış ise, bu kimliklerin herhangi birinin sürekli ve tam himayesi altına girmesi beklenmez.  Ancak toplumsal olarak var olmanın bir koşulu olarak bunların birkaçını dönüşümlü olarak kullanmak durumundadır.  Milliyet, cinsiyet, meslek, siyasi görüş aile ve din bu kimliklerin en önemlileri olarak sayılabilir. Bu kategorilerin daha iyi anlaşılması için bunların sayısız alt-kategorilerinden birkaç örnek de sıralayabiliriz:  Türk, Alman, erkek, kadın, öğretmen, doktor, baba, Budist, Müslüman, Yahudi, psikopat, sağcı, solcu, katil, şizofren, şair vb. Bu ve benzeri kategorilerin hiçbirine sürekli tabi olmayız. Bu kategoriler arasında 'gidip-geliriz'. Böylece bu kategoriler  "oluş" (Deleuze) halinde tecrübe edilirler, belirli bir zaman içinde öznemizi himayelerine alırlar. Örneğin mesleğimiz öğretmenlikse sınıfımızın karşısında "öğretmen-oluş"u yaşarız. Bu kimlikler toplumun içinde var olmamızı ve onaylanmamızı sağlayan gruplarla bağlantılıdır. Toplum tarafından dışlanan kimliklere de sahip olabiliriz. Bu dışlanmanın kendisi de soyut bir sosyal interaksiyon sayesinde gerçekleşir. Sonuç olarak kimlik her zaman toplum ve topluluklar aracılığı ile tanımlanır. Maurice Halbwachs'ın kolektif hafıza dediği birikim aracılığı ile temellenir bu kimlikler. Çoğu zaman, sistematik, kurumsal eğitim sisteminin bir parçası olarak öğretilmez, kodlar veya alışkanlıklar olarak aktarılırlar. Nasıl ki kişisel kimliğimiz, yaşantılarımız üstüne kurulmuştur, toplumsal kimlikler de kolektif hafızaların üstüne kurulurlar. Ancak kişisel kimlikten farklı olarak bizim bu hafızaya sahip olmamız gerekmez. Biz sadece sonuç-(ürünleri, kimlikleri) –yani bir kültürün güncel halini– alırız, öğreniriz.

  • Özne

Öznelerarası şiir tamlamasındaki öznenin hangi bağlamda kullanıldığını bir kasetçalar analojisi üzerinden açıklamak bu şiirin indirgenmiş yapısına bir giriş yapmak için faydalı olacaktır. Bir önceki maddede bahsedilen kimlikleri müzik kasetleri olarak, beynimizin duyguları ve algıları 'söz'e dönüştüren kısmını da bir kasetçalar olarak düşünelim. Öğretmen-oluş esnasında öğretmenlik kasetini kasetçalara takmışızdır. Böylece ifade, bu kimliğin yorumladığı bir söz olarak üretilerek dile, ağıza ve bedene iletilir. Burada özne, bir kimliğin söz üretme makinasıyla beraber oluşa geçmesidir. Daha soyut bir dil ile betimlersek:
Özne, beynin içindeki söz üretme mekanizmasını ifade etmekle birlikte bu mekanizmanın ancak aktif haliyle adlandırılmasıdır. Yani özne, söz üretilirken vardır. Uyuduğumuzda veya gündüz düşü gördüğümüzde –en azından şiir için önemli olan sözel özne– yoktur. Veya ölüm deneyiminde (Deleuze) olduğu gibi bilincin ara ara tamamen çekildiği anlarda özne yoktur. Gelgelelim, özne sadece görüngüleri (sözsel ve bedensel ifadeleri) ile var olduğundan ve bir inceleme nesnesi olarak ortaya konulamadığından metafizik bir olgudur. Burada kastettiğim metafizik durum, öznenin ontolojik olarak –insan deneyimi dışında- tanrısal bir bilinmezliğe sahip olması değil, onun insan tarafından tam olarak deneyimlenememesi açısından elde edilen bir durumdur. "İnsan kendinden en uzak olandır" der Nietzsche; tam da buradaki özne tarifine uygundur bu iddia. Özneden hep uzaktayızdır, bu nedenle ona sadece inanırız. Ampirik, bilimsel bağlamda özne yoktur. Ancak iç ve dış ses, bir yerden –üretim sürecine tam da hâkim olamadığımız bir yerden– üretilmek zorundadır. İşte bu üretim yeri ve sürecidir özne. Öznenin kendisi bizzat var olmasa bile ona gönderme yapan ve onun ürünü olan söz ve ifadelerle o kendini varsaydırır. Özne, ürünlerinin (yani ağızdan çıkan sözlerin) karmaşık yapısıyla orada bir öznel tecrübe olduğu düşüncesine iter bizi. Bu itme, öznenin bilinme yoludur. Birden her şeyin çok karmaşık veya çelişkili gelmesi ile orada kontrolümüz dışında bir şey olduğu inancına sıçratır bizi. Ve bu karmaşık ve çelişkili durumları çözümlerken kullandığı yaratıcı yetenekle kendini dışardakinin yerinde bulur.


C. Öznelerarası şiirin indirgenmiş yapısı

Öznelerarası şiir, sadece kimlikler arası şiir demek değildir, aynı zamanda özne mekaniğinin yani empati yapma mekaniğinin aktif ve –şair yetenekli ise– sıra dışı olarak çalıştığı şiirdir.  Öznelerarası şiir, söz ile gerçeklik arasındaki mesafeyi manipüle eder ve böyle bir mesafe olmasını varlığıyla eleştirir. Bunun en güzel örneklerinden biri internet trolleridir. Gerçekten savundukları bir düşünce olmamasına rağmen kimi insanları provoke etmek için sert ve uç düşünceler öne sürerler. İnsanın bir düşünceyi benimsememiş olmasına rağmen şiddetle savunması, söz ile kendisi arasında bir mesafe olduğunu gösterir. Oyuncuların girdiği role kendilerini kaptırması ancak içten içe kendilerinin o karakter olmadığını bilmesi ile oluşan mesafe de buna başka bir örnek teşkil eder. 'Düşünceyle, sözle bir olamama' ve bu nedenle aradaki mesafeyi protesto etmek için kendine başka bir mekânda bulunan veya başka kimliklere sahip olan, bazen de aşırıya kaçan özneler arama… Budur öznelerarası şiirin indirgenmiş hali. Yani 'ben'in başka bir 'ben'i araçlaştırması ve bu araçlaştırmada kendinin ilk ve eski ben olduğunu bazen unutup bazen hatırlaması. Her unutuş ve hatırlayışta özne değiştirmesi veya biçimsel olarak dizeler halinde yazmayı tercih ediyorsa her dizede özne değiştirmesi.


D. Şair Kimliğinin Reddi

İkinci Yeni'deki söze yabancılaşmaya karşın, öznelerarası şiirde benliğe yabancılaşma söz konusudur. Öznelerarası şiir, sanıldığı gibi –basit ve yeteneksiz birinin doğaçlama dersinde tiyatro yapması örneğinde olduğu hali ile– bir katilin ağzından ya da bir kurbağanın ağzından yazmak değildir. Kendi ağzından yaza-çıkmak ve bir katilin veya kurbağanın ağzına varmak veya bir katilin ağzından yaza-çıkarak kendi ağzına varmaktır. İkinci Yeni'de şiirlerin ezici çoğunluğunun arkasında bir şair-özne mevcuttur. Bu onların şair kimliklerini bastırarak özgürleşmesini engeller. Şiir yazma eyleminin içinde bir şair veya güncel hali ile bir şair kimliği olması zaruri değildir aslında. Ancak şiir ağırlıklı olarak şairler tarafından yazıldı bugüne kadar, şair rolünü oynamayı da şiirin bir parçası yapanlar tarafından.  Öznelerarası şiirde "şiir" sadece bir bağlam formu ve bu formun etrafında dönen söz sanatlarının adıdır. Ayrıca öznelerarası şiirin kendine özgü söz sanatları da mevcuttur, başlıca: tek nefeslik soru-cevap şeklinde dizeler yazma, aynı konuyu her kıtada farklı bir öznenin bakış açısından baştan ele alma, dizelerde birbirine cevap vererek çelişme. Ancak öznelerarası şiire "Şimdi başka bir bakış açısından şiir yazmalıyım" diye başlanmaz. Duygularımızı bizim kendi benlik algımıza dâhil olmayan –ya da uzaktan dâhil olan– bir başkalıkta bularak başlanır. (Bağlam Kolajı bölümündeki görselde 'dışarıya olan inanç' bu başkalığa denk gelir.) Çıkış noktası şiirin metafiziği değil, duyguların bizi götürdüğü bir başkalığın (başka bir kişi veya şey, örneğin bir katil) metafiziğidir. (Belki bu süreçte de asgari bir şair kimliği aktif olmalıdır; nihayetinde bu bir yazım sürecidir ve bir şiirdir.) Başkalıklar olmadan kendimizi güçlü ifade etmemiz zordur çünkü kendimize yetmediğimiz için ifade aracına başvurmuşuzdur. Ve kendimizi şair metafiziği ile ifade etmemizin geçerliliği kalmamıştır. Şairin yarattığı imkânlar sona ermiştir ve bazen bir katilin yarattığı özifadeye ihtiyaç vardır. Bu katil kesinlikle katil-stereotipi değildir. Bu, şairin kendisinden çıkarak bulduğu katildir; belki de katil ile katil-olmayanın bir düeti şeklinde konuşur.


E. Sıfır Noktası ve "'şimdi ve burada'lık şiiri"

Öznelerarası şiir, sıfır noktasından bir çıkıştır. Sıfır noktasından yükselen bir dalgalanma gibidir. Şiirin tüm kurallarının yıkıldığı bir sıfır noktasından, şiiri sinema, müzik, enstalasyon, görsellik gibi tamamen farklı bir alana sokmadan, 'şiirin-klasik-hali-ile-söylem-oluşu'nu alır ve başka söylemlere alet eder. Sıfır noktası bildiğimiz gibi metafizik bir imgeci şiir noktasıdır. Benimsendiğinde, şaire şiirini diğer tüm kimliklerden uzak bir tanrısal kimlik ile yazdıran bir pozisyondur. Bunu benimseyen şair tanrısal kimliğin inandırıcılığını yitirdiğinden, Tanrının öldüğünden habersiz bilge gibi, habersizdir. En azından insanların Tanrılara işlevsizlikleri dolayısı ile ayıracak vakitleri ve odakları kalmamıştır. Dolayısıyla okuyucu beden görmek ister, bedene dokunmak ister, bedeni çeşitli hallerde bağlamlarda görmek ve duymak ister. Bedensiz bir Tanrı'nın konuşması –Varlık dergisi tipi şiirlerde olduğu gibi–çekilmez bir hale geldi ve gelmeye devam ediyor. Beden de ancak şairin kendi bedeninden hareketiyle kurulur. Beden-imajına mahkûmdur şair yazarken. Dolayısıyla 'şimdi ve burada şiiri'dir öznelerarası şiir temelde.


F. Öznelerarası şiir ve yetenek

Ters köşe yapabilen şairler, en ters köşeyi bulmak için duygularını dolaştırır durur karnında ağzında ve başka nerelerinde dolaştırabilirlerse. En eski şairler ters köşeyi deyim, söyleyiş, atasözleri veya metaforlar üzerinden yapardı. Daha sonraki şairlerse bunu, şiire günlük dili sokarak yaptılar. Dilin kendisi üzerinden yapılmaya da çalışıldı. Yapılacak son ters köşe uzun süre zamanda sekecek ve ters köşe yapmanın sanat yapmak olduğu algısı inandırıcılığını tamamen kaybedecek. Ters köşenin merkez ve köşe arasında sekmesinin ritmi artıyor. Ve merkez kaybolduğundan beri çok büyük bir hızla köşeden köşeye sekiyoruz. Ters köşe yapmak isteyen şair merkezin yokluğu dolayısıyla bilinçsizce merkezden sekmek yerine başka bir köşeye itiliyor. Bugün biçimsel olarak kimsenin tarif edemeyeceği bir şiir yazmak mümkün müdür? Belki de mümkündür ama bunun ne önemi var? Elimizdeki kelime Legoları ile her şeyi adlandırabiliriz. Yeni her türlü biçimi adlandırabiliriz. Biçimi bir kenara alırsam, içerikte ters köşe mümkün müdür? Asıl orada merkezin içinden geçerek köşeye itildiğimizi anlamazsak kelimenin tam anlamıyla feci bir salaklıkla Varlık dergisinin metafizik şiir köşesine itiliriz. Ve merkezde bir iddia bulundurma tuzağına -iyi şairler dâhil olmak üzere- hepimiz hala düşüyoruz. Hâlbuki günümüz şiirinde önemli olan içerikte ters köşe yapmaya çalışmaktır ve bunun önemli oluşu içeriğin kendisini üstünde oynanan bir biçim haline getirir. İçerikte ters köşe yapmak öznelerarası şiirde henüz ele alınmamış konuları ele alarak değil, henüz şiiri yazılmamış organizma, grup ve kimliklerin aracılığı ile ifadeye gelerek olur. Şiirin en temel ve en derin içeriği, yani 'onu yazan veya okuyan olarak ben', bir oyun malzemesi haline, eskiden biçimin olduğu hale gelmiştir. Dolayısıyla bu oyun malzemesi olan 'ben' ile iyi ve ustaca oynayabilmek için özel bir yeteneğe sahip olmak gerekir.
Öznelerarası şiire yetenekli şairin en belirgin özelliği özgün (veya yaratıcı) bir empati yeteneğidir. Yani hayali veya karşısında duran bir kişiyi ezber söylemler düzeyinde anlamak değil de onun ne söyleyeceğini ne yapacağını kestirecek kadar onun içine derinlemesine bakabilmek. Bu kişinin gerçekten de şairin tahmin ettiği gibi davranması veya tahmin edilen sözleri söylemesi çok da belirleyici değildir yeteneğinin seviyesi için. Önemli olan bu kişiyi bulunduğu bağlamlardan yola çıkarak bulunmadığı bağlamlarda hayal ederek konuşturmak ve bu konuşmada o kişinin 'ben'inin şairin kendi 'ben'i ile karışması. Bir iki dize sonra da başka bir kişiye evrilmesi. Dolayısıyla şair şiir yazma sürecinde biçimlerarası (transmorf) bir bedene sahiptir. Şairin yarattığı öznelerin klasik roman karakterlerinden ayrıldığı nokta da budur: Karakterin kendisini başka bir karakterle veya direkt olarak kendisiyle reddedişi, veya öznenin akışını başka bir özneye kesmesi.



* Bu metin yayına Mahmut Sefa İpek tarafından hazırlanmıştır.