Bu sayının kekeleri:
ADA PANCAR, AHMET AKTAŞ, CAN KILINÇ, CEM KURTULUŞ, DONAT BAYER, ELVİN EROĞLU, EREN TÜNAY, KAAN KAÇAR, MEHMET DAVUT ÖZDAL, RÜVEYDA G. BALCI, SİNAN ÖZDEMİR, SUDE ÖZTÜRK, SÜLEYMAN SABRİ GENÇ, VEYSEL OĞULCAN, ZEHRA ERKOÇ

Mehmet Davut Özdal: Şiirlerinizi nasıl yazıyorsunuz?

Ada Pancar: Ben bir anlık bir esinle, bir oturuşta yazıyorum. Ancak bu anın öncesindeki gelişmeler de ilginç. Uzun süre şiir yazmadığım bir dönemden sonra artık şiir yazmayacağıma veya yeteneğimi kaybettiğime dair bir paniğe düşüyorum. Bilinçsizce duyargalarımı kendime çevirip içimdeki seslere hassas hale geliyorum. Bu şiir öncesi dönem, hassaslığı dolayısı ile katlanılamaz hale geldiğinde, ilham perisi de gelmiş oluyor.

En geç 1-2 gün sonra bir şiir yazıyorum. Ama aklımda hep şiir yazmayı bırakmak da var. Çünkü takıntılı bir aşk ilişkisi kurmak istemiyorum onunla. Zamanı geldiğinde, gerektiğinde iki yetişkin insan gibi yolları ayırabilmeli bir hobi ile. Yerini dolduracak birini bulduğumdan emin olmam gerekiyor. Şiir bir kan davası değil sonuçta.

Veysel Oğulcan: Oturuyorum, diyorum ki 1-2 şiir yazayım, yazıyorum, 2-3 gün sonra yazdığıma tekrar dönüyorum, "iyi bu" dediğimi ihtiyacı varsa düzenliyorum, atıyorum klasöre, belki gelecek ay yayımlanır belki tozlanır orada artık,  burası farklı hesap. "Her oturduğunda mı?" diye soracak olan olabilir, evet, her oturduğumda. Oraya oturuyorsam canım şiir yazmak istiyordur, artı, yazacak şeylerim vardır. Bende şiir, yazacak bir şeyimin kalmadığı gün biter, o da zor, hayatını parçalara bölüp de yaşayan biriyim ben, birinde olay bitse diğerinde bitmez.

Rüveyda G. Balcı: götüme motor takmışlar gibi sürekli yazıyorum, kaynak olarak durumları almıyorum neşeli üzgün hiç önemi yok.

Can Kılınç: Çoğunlukla bir şeyler okuduktan sonra yazıyorum çoğunlukla bu karantina sürecinde öyle oldu diyebilirim. Şiiri bitirdikten sonra kalkıyorum başından çok nadirdir dönüp baktığım şiir hatta yok denecek kadar az. Bazen de dışarıda yolda yazıyorum bir şeylerden etkilenip (konuşmada geçen bi cümle ve ya o anki duygu yoğunluğundan kaynaklanıyor) beş seneye yakın şiirleri hep telefonda worde yazıyorum. Bu süreçte bilgisayar kullanmayı unutmuş bile olabilirim bozulan bilgisayarımı henüz yaptıramadım.  Durum böyle.

Kaan Kaçar: Olabilecek en uygunsuz anlarda yazıyorum maalesef, oturayım da bugün şiir yazayım dediğimde zorlama metinler çıkıyor, bildiğin yalan söylüyormuşum gibi yani. Kalabalık bir metrobüste ya da bir yere yetişmem gerektiğinde mesela, veya biri karşımda hararetle bir şey anlatıyor, şiir çıkıyor. Ama çıkış yeri aynı, bir şeylerden rahatsızlık duyduğumda tepkim ve o şeye kendi gerçekliğimde verdiğim değer şiir olarak çıkıyor. Hayatın ve onun dışında kalan şeylerin içinde bulunduğu düzenle ilgili bir şey gördüğümde hemen yazmam gerekiyor yoksa sinirim geçiyor. Sonra müsait olduğumda metni düzenliyorum. Şiir ilk bittiğinde dünyanın en güzel şiiri gibi geliyor, 1-2 gün oda sıcaklığında dinlendirip tekrar gözden geçiriyorum. Yazdığım andaki ham metne sadık kalarak sanki başkasının şiiriymiş gibi düzelti yapıyorum.

Sude Öztürk: ben bazen o kadar uzun süre yazmıyorum ki şiir yazan biri olduğumu unutuyorum, sonra beni hangi şekilde ne tetikliyor bilmiyorum bir anda şiir yazmış oluyorum. şiir yazdığım günler genelde peş peşe oluyor. bir ayın bir haftası yedi şiir çıkarıp üç haftası şiir yazmamak gibi. genelde uykusuzluk problemim hadsafhaya ulaşınca üretkenliğimin arttığını fark ettim. bitiremediğim şiirleri başka zaman dönüp bitirmeye çalıştığım oldu ama hep ondan vazgeçip sıfırdan şiir yazmakla sonuçlandı bu deneyimim. şiiri bir oturuşta yazdım yazdım yoksa tamamlayamıyorum, içime sinmiyor.

Eren Tünay: Ben bir oturuşta yazıyorum, üzgün veya mutlu olmam gerekmiyor her şekilde yazabiliyorum. Benim için pek bir şey fark etmiyor. Dolmayı bekliyorum, dolduğumda hayal gücümü katıyorum

Zehra Erkoç: Çoğunlukla tek oturuşta yazıyorum. Bazen üstünden vakit geçtikten sonra düzenlemeler yaptığım oluyor, genelde beğenmediğim yerleri çıkarıp kısaltıyorum. Bir şeyler ekleyince hep bir olmamışlık oluyor sanki. Çok duygusal olduğum zamanlarda, üzgünken filan yazamıyorum, yazsam da beğenmiyorum. Genelde bunalmış ve fiziksel olarak sıkışmış hissettiğim zamanlarda yazmak beni baya rahatlatıyor. Yazdıklarımın içeriğine de bi şekilde yansıyor bence etimle kemiğimle kavga edip yazdıysam o şiiri. Çok sık yazmaya oturmuyorum. Kafamda bir dize, kelime ya da sahne beliriyor arada. Onlar bir süre dönüp duruyor, oturup onun şiirini yazıyorum. Sırf bir şeyler yazmak için bilgisayarın başına geçip, uzun uzun ekrana baktıktan sonra zorla yazıp sonunda çıkan şeyi beğendiğim de oluyor ama. Öyle :D

Ahmet Aktaş: Benim için yazma süreci keşif ve analiz süreci gibi oluyor. Gördüğüm, duyduğum, yani bir şekilde maruz kaldığım ama üstümdeki ağırlığı kesip biçerek bir şekle sokamadığım, kurtulamadığım bir şeyi olduğu gibi görmeye çalışıyorum ilkin, nedir ne değildir, ögeleri ne vs: Gözlem safhası. Onu görmeye, etkileme şeklini anlamaya çalışırken onu olduğu gibi önüme koymaya çalışıyorum: olabildiğince yalın olma ve o şeyi kendi içinde nasılsa öyle gösterme çabası. Bu süreçte çok fazla düşünüyorum. Genelde bayağı uzun sürüyor bu dönem. Bu sürece deney dönemi diyebiliriz. Biçimsel bir yapı oluşturmaya çalışıyorum ve bu süreçte bin bir türlü küçük değişim, atma vs oluyor. En sonunda, "evet oldu, bu" diyorum ve şiir bitiyor genelde. Üzgünken veya neşeliyken değil de "gerginken" şiir yazıyorum diyebilirim. Çok mutluyken kalemi elime aldığımı hatırlamıyorum. 'yav ne zamandır bir şeyler yazmıyorum bir şeyler mi yazsam' deyip kalemi elime aldığımı hatırlamıyorum. Bedenim dünyadaki iki ya da daha fazla şey arasında genişliyor genişliyor, ve öyle bir gerginlik durumuna geliyor ki bir enerji akışı gerekiyor.

İlk yazma anım böyle oluyor daha çok. Genelde bir şeyi yazdıktan, ya da kağıda döktükten sonra çok kesip biçerim ama büyük eklemeler yapamam. Bir şiirin yarısını bir zaman yarını başka bir zaman yazdığımda şiiri okuyanlar hep bu farkı gördü ve bu fark konusunda negatif yorumlar yaptı. Ama ilk yazım bende hayal gücümün bir üretisinden çok bedenimin bir gözlemi gibi oluyor. Bu gözlemi uygun forma sokmaya çalışıyorum daha çok.

Elvin Eroğlu: Nasıl yazıyorum ya da nasıl yazamıyorum? Ben genç bir şairim. Yani nasıl yazdığım sorusuyla nasıl yazamadığım sorularının yanıtları hemen hemen aynı. Bazen şiir kendisi geliyor çat kapı. O zaman hazırlıksız yakalanıyorum, elim ayağıma dolaşıyor. Dilini yarım yamalak anladığım bir misafir gelmiş gibi oluyor. Kendi sözlüklerimi açıyorum. Gelen misafirin dilini kendi sözlüklerimle tercüme ediyorum, bu daha çok notlar alarak oluyor. Bu bir süreç. Davetsiz misafir geldiyse ve gitmeyecek gibiyse çat kapı neden geldiğini daha iyi anlıyorum. Gittiğinde yazdıklarıma baktığımda bazen bir şiirle bazen de şiire benzeyen bir şeyle karşılaşıyorum. Asıl şiir çalışması bundan sonra başlıyor. İlham ya da esin böyle bir şey mi bilmiyorum. Tabii şiirin çat kapı gelmediği zamanlarda da şiir düşünürüm, onu beklerim, beklemekten sıkılırım, kendi kendime şiir sipariş ederim, ama kendime sipariş ettiğim şiir için bir konu ya da bir tema belirlemem. Sanki tarihin sonuna gelmiş gibi hissetmeye çalışırım. Artık hiçbir şey olmayacak, zaman durmuş, donmuş, gelecek yok, her şey ve herkes bu son anın içinde sıkışmış gibi. İnsan olduğumuz için her şeyin sonu gelmiş gibi. Buraya nasıl geldiğimizi düşünmeye çalışırım. Sanki bu her şeyin sonu baskısından kurtulmak için tek çarenin şiir olduğunu düşünürüm.

Her şeyin sonunda bana kalan nedir? Her şeyin sonunda neyi hatırlardım? Neyin pişmanlığını ya da övüncünü duyardım her şeyin sonunda.  Böyle benzer şeyler düşünürken aklıma yazmak istediğim şiirler için görüntüler, düşünceler gelir. Bunlar yeter düzeydeyse bilgisayarın başına geçer yazmaya başlarım. Sonrası sıkı bir çalışma. Dolayısıyla iki tür yazma biçimim var: davetsiz bir misafir gibi gelen şiir ve bir türlü gelmeyen ve gelmesini istediğim bir misafir gibi şiir. İki yazma biçimimde de bir çalışma süreci var. Birkaç tane hayali şairim var. Onlar dünyanın en büyük şairleri. İçlerinde yaşayan, sevdiğim şairlerin yüzlerini şiirlerini de barındırıyorlar. Şiire benzeyen bir şey yazdığımı düşündüğümde şiirlerimi bu hayali şairlerin sesli bir biçimde okuduklarını düşünürüm. Eğer bu şiir onlara okumaktan utanmayacağım şiirlerse "tamam" diyorum. Ama benim için en zoru bir şiirin bitip bitmediğine karar vermek oluyor. Bir şiir biter mi? Yazdığım bir şiiri ikinci bir defa okumakta çok zorlandığım için bu sorunun yanıtını vermek çok zor. Şu sıralar iyi bir şiirin iyi bir şairden daha yukarıda bir yerde olduğunu düşünüyorum. Yani iyi bir şiirin şairi tarafından değerlendirilebileceği fikrinden uzağım. Bir ya da iki şiirim var. Senin sorularını yanıtlamaya çalışırken onları düşündüm. O şiirler üzerinden sorularını yanıtlamaya çalıştım. Farkına vardım ki onlar benden daha yüksek. Bunlar çok iyi şiirler değil, sadece benden yüksek şiirler. Bir de şiir egzersizi gibi bir şey yapıyorum. Yazarken hiç kullanmadığım egzersizler bunlar ama gene de yapmayı seviyorum. Örneğin yeni tanıştığım biri, çok sevdiğim bir romancı ya da kafede kahve içerken yan masada konuşmasına tanık olduğum birileri ya da cumhurbaşkanı ya da market çalışanı ya da porno yıldızı yani üzerinde bir süre gözlem yapabildiğim bir nebze karakterine dair fikir edinebildiğim birileri şair olsalardı nasıl şiir yazarlardı diye düşünürüm. Asla öyle yazmasam da bu yöntem bana bir şiir egzersizi olarak iyi geliyor.

Cem Kurtuluş: Müthiş. Davetsiz misafir şiir bahsettigin egzersizi ben de yapıyormuşum bu arada. Sen söyleyince fark ettim. Gerçi bana sonra bir de o şairlerin hayatları tarafından yönetiliyorum gibi geliyor. Hani hayatlarını çalıyormuşum gibi rüyaların.

Elvin Eroğlu: Tabii bende de oluyor onların tarafından yönetildiğim hissi. Bir de şu oluyor, biraz dejavuya benzer bir şey ama tam da öyle değil. Örneğin, iki hafta önce İzmir'e gittik Burak'ın ailesinin yanına, Burak'ın babası beni bir arkadaşıyla tanıştırdı Ragıp amca. Ragıp amca demir yolu makasçısıymış. Ben makasçı ne demek bilmiyordum. Trenler birbirine çarpmasın diye belirli saatlerde rayların bağlantı yerlerini değiştiriyormuş. Bu adamın şair olduğunu düşünürken dejavu gibi bir şey hissettim. Sanki daha önceden böyle mesleği olan bir şairi tanıyormuşum gibi. Böyle şeyler de oluyor. Sanki bir yerde okumuşum, dinlemişim, izlemişim, yaşamışım gibi ama emin de değilim. Bu bana şiir yazdırmıyor ama iyi bir egzersizmiş gibi geliyor. 

Süleyman Sabri Genç: Ben bir oturuşta yazıyorum bir oturuşta yazmadığımda parça parça yazdığımda çok kötü bir şey çıkıyor yani gelmesi lazım bir şeyin tam anlatmak veya hissettirmek istediğim bariz bir tetikleyici olması lazım

Donat Bayer: Benim yazmam çoğu zaman vakit alıyor. Bir oturuşta çıkan şiirler oluyor ama onları da rahat bırakmayı başaramıyorum. Şiir ortaya çıkar çıkmaz bir dize atma saplantısı gelip yapışıyor üstüme. Bir dize atıp yerine başka bir dize koyunca bu sefer üstteki alttaki dizelerle uyumu bozuluyor vs. Çok eğlenceli olmuyor kısacası

Süleyman Sabri Genç: Ben bilgisayarda yazamam mesela bir ara kağıda sürekli yeni taslak çıkarıyordum. Onu yapmıyorum artık bir taslağın üzerinde kelimeleri karalayarak veya okla kenarlara not alarak çalışıyorum. Tekrar tekrar okurum sürekli zihnimde tekrar ederim mısrayı batmaması lazım, akması lazım
Ama genel bir tema düşünce olması lazım ki bütünden parçaya gideyim mısra mısra
Çağrışım da yeterli bağlam bütünlüğü açısından ana temayı geniş düşünüyorum

Sinan Özdemir:
Bir kere diyebilirim ki her gün şiir düşünüyorum. Baktığım bir şeyde, duyduklarımda, değdiklerimde... Laf olsun diye değil, hemen her gün şiir düşünüyorum. Yazma sıklığımsa değişken, 6 ayda kitap yazdığım da oldu, 1 yılda bir şiir yazdığım da. Şiir şaire biçimiyle, enerjisiyle, hızıyla geliyor. Bir solukta yazmak da mümkün, üç beş ay elinde döndürüp durmak da ki iki şekilde de yazıyorum. Dizeci biri değilim ama genellikle iyi bir dize yakaladığımda şiirin tamamını yakalamış oluyorum. Tabi dize yerine bir tamlama bile olabilir bu. Bu arada bir solukta dediysem de bu çalışmasız olmamalı bence. Çalışmayan şair bana göre eksidedir. Çoğu zaman bir üslup güzelliğidir yazmaya iten, bununla birlikte biçimin diğer ögelerini de kafamda uzun uzun düşünür, bir şey yakaladığımda not alırım. Bunlar tamsa rahatım diyemem, içerik meselesi göz ardı edebileceğim bir şey değil. Açıla açıla yazarım belki ama aralarda odağıma çekilip yeniden içeriği kavramaya çalışırım. Böylece özgün bir geometri çıksın isterim ortaya. Not alırım demişken tüm şiirlerimi cep telefonumun notlarına yazıyorum. Büyük oranda ne yaptığım ortaya çıkmışsa bilgisayara geçip daha geniş bir açıyla metni görüp öyle bitiriyorum. Toyken daktilo da kullandım bu arada :) kağıt kalem hiç kullanmam, bu şart olsaydı sanırım benden şair olmazdı. Genellikle gece 2-4 saatleri arasında yatakta yazıyorum şiirlerimi. O saatlerin sessizliği karanlığı ve yatma pozisyonu benim için çok önemli. Sabah ya da öğle bilgisayarda düzeltmeler yapıyorum. Bol bol kahve içiyorum. Çok fazla sesli okuyorum, emin olana kadar. Böyle :)

Cem kurtuluş: Ben çok tembelim galiba, henüz bir rutin oturtamadım. Üzerine düşündüğümde kendini tekrarlayan yönleri olduğunu görmemek elde değil tabi yazma eyleminin ama bilinçli ve hesaplı hiçbir tekrar yok ortada benim için. Hesaplı ve bilinçli kararlar zamanında vardıysa da artık yerlerini tümüyle bir belirsizliğe bırakmış durumdalar. Aklıma gelenleri, ya kağıttan bilgisayara, ya bilgisayardan kağıda sonra tekrar bilgisayara, ya da ve çoğunlukla ise çürümeye, erimeye ve çöpleşmeye doğru emin adımlarla ilerlemekte bir kıyıya, yani elime ne geçerse ona karalıyorum. Zaten insanın eline geçen çok da insanın kendisinin belirlediği bir şey değil bence - elimizdekiler iktidarın bizi bir kontrol ediş biçimi değil mi sonuçta… Şiiri, elimdekilerden ve hatta kendimden dahi arınmak için yazıyorum.