5. Bölüm: CEM KURTULUŞ

Bu aralar, bazı günler çöp toplama günü olmadığı için çöpçülere söylenirken bulabiliyorum kendimi halbuki anın fraktallanması kendisine ait bir anın olmadığının başat kanıtı.

Neyse, bilmekle anımsamak arasındaki uçurumun dünyasında, anın içinde andan boşanmış, sürekli dağılmakta, türerken eksilmekte bir uzay sistemi gibi yaşamaya anahtar deliği açabildiğim ilk anlardan birini anlatayım yine de. Bu, hişt hişt sesini hayatımda duyduğum ilk an olabilir.

Salatalığı muhallebiye bandırarak yemekten onur duyan sümüklü çocuk yaşına erdiğim sıra, annemle babam, abim Cihan'la hayati tehlikeler atlatmamıza yol açtıkları 15 yıllık evliliklerine sonunda son vermeye karar vermekteydiler. Verdiler de ne oldu - ben zaten baba kuşu, mahkemenin anneme verdiği velayetten bihaber sabahları evden kaçıp, anayolları aşıp babama koşmaya (belki de abimin hep tarif ettiği gibi sığınmaya) devam ettim. Annemin, abimin ve o kısa ömrüme sığmış vahşetleri dondurduğum saralı sayıklamaların bunaltılı sancılarına babamın vurdumduymaz sarhoşluğunu tercih ediyordum.

Babamın teknesinin (boyutları takanınkinden farksızdı ama teknem diye anlatır hala babam 91 borsasında çöküşünün öncesinden bahsederken) bulunduğu Ataköy Marina'sında, 6 yaşında bisiklete binmeyi öğrendim. Aynı marinada, bisikletle denize düştüğümde babamın hala anlayamadığım bir sebeple bisiklet selesine bağladığı can yeleği sağolsun, yeni yerleşim binalarının Marmara'ya akıttığı boklarla yüz yüze geldim. O kadar bokun arasında iyi yine bir şekilde çıkardılardı beni Marmara lağımının dibinden. Suyun bedenimi yüzeye çekişine direnen bisikletin ağırlığını hala hissedebiliyorum.

Bir başka gün, ki anlatmaya karar verdiğim anı asıl buydu, babam annemden boşanmasından sadece 6 ay sonra, yine hak etmediği ama evlenmeyi bir şekilde becerdiği, bana annem kadar anne olmuş ikinci eşi Sevim Abla'yla beni, ne kendisini ne de yaşadığı yeri anımsayabildiğim bir arkadaşının evinde mangala, tekneyle götürmeye karar veriyor. Babamın içkisizken dahi kaptanlığından emin olmadığımız için, Sevim Abla da ben de bu karar hakkında mızmızız.

Gece tam tahmin ettiğimiz gibi ilerliyor. Faruk yerlerde ama sarhoş değil (!) ve tekneyi rahat rahat kullanabilir durumda(!) Karadan ayrılmamızla gelen şehir ışıklarının kaybolduğunu bir anda etrafımızı saran sisle göz göze geldiğimizde fark ediyoruz. Denizin her zamanki beşikliğinin yerini yönlerini şaşırmış ve belirli bir şekilde memnuniyetsiz dalgalar almış. Ufuk, teknenin sadece iki metre ötesinde kabarıp sönen suyun andırdığı tepelerden ibaret artık. Tepenin eteğindeyken suyun içine çekiliyor, üstündeken bir daha suya dönemeyeceğimiz hissiyle teknenin direklerine tutunuyoruz.

Fırtınayla cebelleşmemiz böyle sabaha kadar sürmüş olmalı keza sonunda marinadan eve vardığımızda güneş çoktan doğmuştu. O sabah, babamın sızmasını bekleyip Sevim Abla'dan beni anneme götürmesini talep ettiğimi; daha yeni olduğu göz ameliyatının sargılarından ve benden 9 yaş büyük abimin öfke patlamalarından dahi çekinmeden annemden beni korumasını talep ettiğimi daha dün gibi hatırlıyorum.
O gün bugün fırtınalara önayak olmamaya; çöpçülere çatmadan, çocukluğumda gerekliliğini yokluğunda öğrendiğim güveni önce kendi kendime sağlamaya; ve kulağımı hayatın hiştlerinden hiç ayırmamaya çalışıyorum. .