BİR LİSE ANISI
Ben lisede hem biraz dışlanan hem de kendini dışlayan ve yalnız kurt halet-i ruhiyesi içinde takılmaktan keyif alan biriydim. Sınıfta ve sınıf dışında benimle dalga geçerlerdi. Lisenin ilk yılında bir iki kere yıkanmadan, yağlı saçla okula gitmiş olmalıyım ki, adım bitliye çıktı. Bu konu üzerinden dönen aşağılayıcı şakalar iki buçuk sene boyunca peşimi bırakmadı. Ancak bende çok derin bir inatçılık vardı. (Hala var ama artık daha akılcı olduğum için inatçılık gücümü daha verimli kullanmaya çalışıyorum.) Ancak o zamanlar bir topluluktan bu şekilde dışlandığım durumlarda Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ındaki karakter misali kendimi daha da dışlatmak ve aşağılatmak için çaba gösterirdim. Bir gruba yaklaşmak için kendimden kesinlikle ödün vermezdim veya tevazu göstermezdim. Belki de bu şekilde o grubun içindeki bireylerin her birinden daha güçlü olduğuma inandırırdım kendimi. "Sana karşı olan 50 kişi varsa sen elli kişi değerindesindir" diye düşünürdüm. Birçok kişi benimle alay ederek benim umursamazlığımı kırmaya, beni incitmeye çalışırken bazıları da benim kendini beğenmiş tavrımı kırmak için tek çarenin beni dövmek olduğunu düşünürdü. Hatta hocalar bile bu tavrımdan nefret ederdi. Özetle lisede alaya alınan, ezilen ama tam da üstüne basılamayan, hep bir çıkıntı olarak insanların kafasında yer etmiş biriydim. Diğer sınıflardan öğrencilerle kişisel olarak bir tanışıklığım olmasa bile adını bile bilmediğim insanların benim adımı bildiklerini sezerdim ve bahçede ara sıra alayla karışık benim hakkında konuşulduğunu duyardım. Tabii gücümü ve soğukkanlılığımı sürekli koruduğumu söyleyemem, nadir de olsa özellikle ilk yıllarda çok üstüme gelindiğinde bunu hiç yapmamış olmama rağmen ağlayasım gelmişti bir iki kere. Bir de bizim sınıfta belalı, serseri, herkesi taciz eden biri vardı. Bu çocuk bana da sözlü olarak sık sık sataşırdı ancak ben onun da yaptıklarını herkesinki gibi birçok zaman görmezden gelirdim. Bir kere sınıfta saçımın pis olduğuna gönderme yapmak için şöyle bir anekdot anlatmıştı. "Bizim ilkokulda Ada gibi bir çocuk vardı böyle hiç yıkanmayan, saçları da bunun gibi kıvırcıktı. Senenin başında bunun kafasına leblebi atmıştık. Senenin sonunda düşmüştü." Bu anekdotu oldukça çarpıcı ve saçma bulmuş olmalıyım ki hala hatırlıyorum. Saçımın pis olması meselesinin okul çapında gündem olması yüzünden sınıfta hoşlandığım bir kızın bana olan ilgisini de kaybetmiştim ilk sene. Bu dişleri telli, sarışın, güzel kız bir iki kere kısa eteği ile önümdeki sıraya oturmuştu. Bacakları çıplaktı, bana dönüktü ve sanki onları bana göstermeye çalışıyordu. Bir yandan da arkadaşı ile şakalaşıp konuşuyordu. Bacaklarının arasındaki gizemli karanlık yolun nereye gittiğini düşünmüştüm o gün ve bu konu aklıma takıldıktan sonra onu her gördüğümde bacaklarını dikizlemiştim. O da benimle iletişim kurmaya çalışıyordu kanımca, ancak saçlarımın pis olduğu başka bir olay aracılığı ile okula yayılınca o da herkes gibi benimle dalga geçmeye başladı. Beni en çok rahatsız eden de onun dalga geçmesiydi. Giderek uzaklaştığımı hissetim ondan, istemeyerek. Ancak hormonlarım dolayısı ile olsa gerek mezun olana kadar bacaklarına bakmaya devam ettim. Günler bu şekilde geçerken okuldaki itibarımı ayaklar altından kurtaran bir olay oldu. Bir gün sınıfça kütüphaneye inmiştik. Ben kitapları incelerken dini kitapların olduğu kısımdan bir adet kuran çektim ve masanın üstüne koyup sayfaları çevirmeye başladım. Herkesin gündeminde olan, her yerde tartışılan ve referans alınan bu kitapta yazılanları merak ediyordum. Belalı çocuk yanıma yaklaştı ve emir verir gibi "bırak onu" dedi, "o kitap abdestsiz okunmaz." "Sana ne" dedim. Beni tehditkâr bir üslupla bir iki defa daha uyardıktan sonra kitabı bırakmayacağımı anladı ve diğerlerinin yanına giderken "döveceğim bu çocuğu yemin ediyorum" diye mırıldandı. Ben de peşinden -birçok kişiye garip ve yapay gelecek olan- "gel dövüşelim" dedim. Arkasını dönüp "ne?" bakışı attı. "Dövüşelim" dedim. Bu sözcüğü ikinci kez kullandığımda işin ciddiye bindiğini ve geri dönüşü olmadığını anladım, vücudumu da bir korku sardı. Bir süre daha kütüphanede kitaplara baktım. Zil çaldı ve sınıfça kütüphaneden çıkarken bana "tuvalete git bekle beni" dedi. Dediğini aynen yaptım. Gittim tuvalete beklemeye başladım. Bir dakika sonra tuvalet kapısı hızla açıldı ve içeri girdi. Dibime kadar girdi ve "özür dile lan" dedi. Ben nötr bir ses tonuyla "hayır" dedim. Kütüphanede vücudumu sarmaya başlayan korku tavan yapmıştı. Heyecandan ellerim titriyordu. Gerinip suratıma bir yumruk attı. Pek sert gelmedi bana. Bu sırada sınıftan bir iki arkadaş girmişti tuvalete. Kavgayı izlemek istiyorlardı. Gelen yumruk -belki de vücudumda salgılanan yüksek dozda adrenalin sebebi ile- pek etki etmemiş olsa da kavgayı başlatmış olduğu için bana da yumruk atma hakkı vermişti. Ben de suratına sağlam bir (ya da belki iki, tam hatırlamıyorum) tane geçirdim. Yere yıkılır gibi geriye savrulurken diğerleri tuttu bunu. Beni de ondan uzaklaştırdılar. Hiç gidip yanına daha fazla vurmayı düşünmedim. Kavga bitmiş zannetmiştim. Herkes onun olduğu taraftaydı ve sanki onun tarafını tutuyorlardı. Ne olduğunu anlamadan iki üç kişilik kalabalığın arasından tekrar çıktı ve bana bir yumruk daha attı, çok daha sert bir yumruktu. Yumruğunun üzerinde parlayan şeyin demir muşta olduğunu sonradan öğrendim. Ben olduğum yerde durmaya devam ettim. Kavgaya devam etmeye hazır hissediyordum. Ancak tuvalette birden bir panik havası oldu. Çünkü kaşım ve anlımdan kan fışkırıyordu. Bu serseri çocuk birden üstüme atıldı ve "kardeşim benim" gibi bir şey diyerek sarıldı bana. Hâlihazırda kanayan ben olduğumdan ve kavganın bu noktada bitmesi halinde dayak atan taraf olarak anılacağı için birden barışçıl bir tavır aldı. İçimden kafasını tutup lavaboya vurmak geçtiyse de bana saldırgan bir tavır ile yaklaşmamış olan bir insana bunu yapmayı doğru bulmadım. Lakin kalabalığın onun tarafında olmasını, muştayla dövüşmesini ve kafamdan kan aktığını görünce aniden yalaka bir tavır almasını daha sonra düşündüğümde onun onursuzca dövüşen taraf olduğu kanısına varmıştım. Bu kavga ile lisede birden daha popüler hale geldim. Dayak yiyen taraf olarak benim adım çıksa da bir şekilde bir itibar da kazandırmıştı bu bana. Ancak grupların dışında duran tavrımı yine de değiştirmedim. Bu belalı çocuk daha sonra okulda birçok kavga olaylına karıştı. Kendisi zengin bir Florya çocuğuydu ve mafyöz takılan ülkücü gençler ile arkadaştı. Okula tabanca dahil birçok silah getirdiği olaylar olmasına rağmen okuldan atılmadı. Muhtemelen babasının okuldaki üst kadroyla iyi ilişkileri vardı. Yıllar sonra bir yılbaşı gecesi babasının son model Mercedes marka arabası ile alkollü bir şekilde otobanda hız yaparken takla attı. Kazadan sağ kurtuldu ancak beyninde hafif derecede anlayış kıtlığına sebep olan bir hasar kaldı. Kazadan bir yıl sonra ben de geçmiş olsun dileklerimi ilettim kendisine internet aracılığıyla ki gerçekte çok da üzüldüğümü söyleyemem.