Lise sonda falanken. Bir takım arkadaşların şiir yazdıklarını gördüm. Yazmasalar bile biraz ilgili falanlardı, ben de dedim bunlar ne yapmaya çalışıyor acaba. Tahtaya sevdikleri şiirleri falan yazarlardı, ben de derdim acaba bunlar ne anlama geliyor, bu nasıl bir yaşam tarzı, acaba bu çocukların gelecekteki halleri ne olacak diye onlar için kaygılanırdım. Sonra ben de yazma gereği duydum. buna mecbur kaldım da diyebiliriz. O çocuklar ne oldu bilmiyorum.
Uzun süredir kafiyeli şiirler yazıyorum. Şiirimde bir sıkışma gördüm ve direksiyonu başka yöne çevirip ilerlemeye devam ettim. Genelde bulduğum damarları kurutmadan bırakmam. Maaşsız da böyleydi. İliğine kadar sömürdüm. Mehmet molla'da sanırım şiire yeni başlamanın da verdiği bir bolluk vardı elimde. O kitaptaki şiirlerin hemen hepsini bir oturuşta yazdım. Kolay yazıyordum. Sonraları iş değişti. Maaşsızdaki ilk iki şiiri uzun sayılacak sürelerde yazdım. Daha spesifik bir şeye yöneldim çünkü. Maaşsızdan sonra 3-5 şiir yazdım ve tıkandım. Sonrasında rap tarzında bir kaç şiir yazdım, sonra ondan da sıkıldım, golü çıkarmaya başlayınca yeniden forma girdim. Çok sert şiirler yazdım, assolistin birinci sayısında da devam etti bu. sonra o damar da kurur gibi oldu hahah. Son iki senedir ise bu bildiğiniz şiirleri yazıyorum. Peki bu benim için konformist bir tavır mı. Böyle yazmakla kolaya mı kaçıyorum. Hayır, şimdi sırf buradan kendime bir imkan yarattım diye, beni bu şekilde harcamanıza müsaade edemem. Hahah. Doğrusu kafiye yapmaya bu kadar yatkın olduğumu ben de bilmiyordum. doğuştan bir saz şairi varmış benim içimde meğer. Her neyse bence buradan da oldukça özgün şiirler çıkarmayı bildim. Bir dereyi daha kurutmak üzereyim. Sonrası Allah kerim.