BÜŞRA AYTAÇ
KARINCALAR VE DAĞLAR

Zaman nefes alır ve taviz verir. Yeni bir şeyle karşılaştığında ne olduğunu anlayana kadar ondan ölesiye korkar. Nefesi tutulur. O nefesini tuttuğunda ben dışarı yayılırım.  Yeterince uzun sandığınız her şeyi gerçek yapmak için varlıkla varın arasındaki ırsi boşluklara dolarım.

Zemin kata inen son birkaç basamakta gördüm onu. Bahçe kapısının önündeki akasyanın altında sokağa bakıyordu. Lacivert takım elbisesi, çökmüş yüzü ve bu çökmüş yüze hiç yakışmayan koca bir göbeği vardı. Sokak kapısından çıkınca derin bir nefes almak için durakladım. Gece yağmur yağmış, yaseminlerin ve toprağın kokusu birbirine karışmıştı. Her yağmurda asfalta akın eden salyangozları aklımda tutarak dikkatlice yürümeye başladım. Ancak bahçe kapısına vardığımda kafamı kaldırdım ve suratıma doğrulttuğu silahı gördüm. Ufak bir çığlıkla geriye doğru sendeledim. Sanki birden müthiş bir kalabalık içime doluşmuştu. Karnımda bin kişi aynı anda zıplarken beynimde bin kişi aklını toplayıp düşünmeye çalışıyordu. Gözlerimi gözlerine sabitledim. Aslında yapmak istediğim bu değildi. Kaçmak istiyordum. Fakat beynimdeki bin kişi bunu başaramayacağıma hızlı bir şekilde ikna etti beni. Göğsümdeki basınçla nefesimi tuttuğumu fark ettim. Adamı ürkütmemeye çalışarak yavaşça soluğumu verirken silah patladı.  
Kuşlar ağaçlardan havalanmadı. Hayatım film şeridi gibi ya da herhangi başka bir biçimde gözlerimin önünden geçmedi. Tarifi mümkün olmayan bir acı hissetmedim. Fakat zaman durdu. Zaman durdu ve benim için hiçbir şeyi kolaylaştırmadı. Kandan korkması değildi durmasının sebebi; bir isim koyarak, uzunluğunu ölçen aletler yaparak, her işini bu aletlere göre ayarlayarak onu kutsayan bir insanı daha kaybettiği için donup kaldı. Zamanın nazı karıncalara ve dağlara geçmez. Onların varlığı özün kıymetli şerbetinden döküldü. Bizi topraktan yapmışlar. Çatlıyoruz, kırılıyoruz, zamanı sızdırıyoruz.
Mis gibi kokan ıslak toprağa değil de betona yığıldım. Balkonda kahvemi içerken bana yarenlik eden akasyaya hiç bu açıdan bakmamıştım. Onun dostuydum. Dallarında kavga eden karga ve papağana, baykuşun gelip onları kovalayışına birlikte gülerdik. Kar bastırıp mahallede birkaç ağaç yıkılınca birlikte korkmuştuk ve korktuğumuz başımıza gelmişti. Balkonuma uzanan dallarının olduğu kısım bir gece büyük bir gürültüyle kopup düştü. Kuşlar kendilerine uğruna savaşacak başka dallar buldular. Akasya da kopan yerlerden tuhaf görünüşlü dallar çıkarttı. Balkona henüz erişmemiş olsalar da onunla konuşmaya devam ettim. Sardunyalarımın düşen çiçeklerini toplayıp küskün dallarına attım. Çiçeklenmenin güzelliğini hatırlasınlar diye.  Şimdi ben burada ağır ağır etrafa yayılırken tüm bunları birlikte paylaşmamışız gibi gamsız gamsız titreşiyor.
Duyduğum çığlıklar akasyayla kavgamı böldü. Önce apartmanın camlarından sarkan kafalar belirdi. Sonra birer ikişer başıma toplaştılar.  Hafifçe doğrulup yarama baktım. Eller hemen geri yatırdı beni. Yine de hastanede ufak bir koşturmacadan sonra işimin biteceğini anlamaya yetecek kadarını gördüm. Kalabalığın seslerinden uzaklaştım. Kendi kanımın kokusu içime dolarken akasyayı da göremez oldum. Güneş bile üzerime eğilmiş suratların ötesinde ufak bir aralıktan ancak sızıyordu. Yaramın hissedemediğim acısına ve kalan zamanıma odaklanmak için gözlerimi kapattım.